Küresel ölçekte son dönemde yaşanan ani büyük fırtınalar, kuruyan su kaynakları, iklim felaketleri can yakmaya başladı oysa.
Düşünün ki her salise dünyanın temiz su kaynakları sanayi atıklarıyla kirletiliyor. Her salise dünyanın ciğerleri ormanlar, kalkınma amaçlı(!) yatırımlar için iş makineleriyle seri bir şekilde kesiliyor. Her an atmosfere salınan zehirli gaz oranı artıyor, bacalardan çıkan kükürt dioksit, azot oksit gibi gazlar sera gazı etkisini hızlandırıyor.
Birisinin sizi günün her saati, her dakika sürekli sigara içirmeye zorladığını düşünün.
Bir başkasının iyileşmeniz adına üstelik, ilaç verdiğini sürekli.
Bir diğerinin su yerine hep kola veya enerji içeceği içerek sıvı ihtiyacınızı gidermeye zorladığını…
Pencereyi açmak istiyorsunuz, izin vermiyorlar. Su istiyorsunuz vermiyorlar, yemek istiyorsunuz beslenme hapı veriyorlar, gezmek istiyorsunuz hayır televizyon seyredeceksin, internet kullanacaksın diyorlar. Yürümek istiyorsun, arabaya bineceksin diyorlar, bisiklete binerim diyorsun alay ediyorlar…
İşte bizim medeniyet dediğimiz gerizekalılıklar toplamı adına dünyaya yaptığımız şey bu!
Hasta etmek, yok olmaya zorlamak, bindiğimiz dalı kesmek. Yaşam alanlarımızı yok etmek.
Büyük ihtimalle bunu, var olan tehlikeyi makro ölçekte görmekte zorlandığımız için yapmaya devam ediyoruz. Bir diğer neden maddi çıkarlarımızdan vazgeçmek istemememiz. Bir başkası kurduğumuz sistemin iyi kötü hala yürüyor olduğunu düşünmemiz. Bir diğeri rahatımızı bozmaktan kaçınmak. Bilinç düzeyimizin yaptıklarımızın neye yol açmakta olduğunu kestirmeye yetmemesi belki de. Bir de egomuz var, bireysel olarak yeteri kadar bela katıyor ama insanlık egosu denilen kavram binyıllar boyu evrenin sırf kendisi için yaratıldığına da inanmadı mı? Milyarlarca canlı ile dünyayı paylaşacaksın, sonra da dünyayı kendi malın sanacaksın? Tuhaf ötesi.
Üstelik çözümün ne olduğunu da tam olarak bilmiyoruz…
İşte bu iklim inkarcılarının yerel modelleri de var.
Ülkelerin yönetimlerinin yaklaşımları var.
Şehirlerin yöneticilerinin bakış açıları var.
Tarih boyunca kanla kurulmuş ve işlediğini sandığımız bir sistem tıkanmakta oysa.
Yakın gelecekte, su, enerji, yiyecek hatta hava için savaşacak insanlar.
Çocuklarımız, belki de biz, domatesin, portakalın, buğdayın genetiği değiştirilmiş halini yemek zorunda kalacağız. Küresel tröstler genetiği değiştirilmiş ürünler dışında ürünlerin ekimini engelleyecek önce. Sonra kendi ürettikleri GDO’lu tohumları parasını ödeyen ülkelere satacaklar. Parasını vermeyen bu ürünleri ülkesinde göremeyecek. Bahçende soğan sarımsak ekemeyeceksin.
ABD’de bunun ilk adımları atılıyor. Dünyanın en büyük GDO’lu tohum üreticisi, aynı zamanda ürettiği tohumların yarattığı zararları bertaraf etmek için böcek ve ot zehiri de üreten, tekel konumundaki Monsanto firmasını ABD’de dokunulmaz yapan kanunu, Obama onayladı.
Böylece, eylül ayına kadar geçerli olacak olsa da, GDO’lu tohumların ekimi, satışı, hasadı ve dağıtımı artık mahkemeler veya ABD hükümeti tarafından bile engellenemeyecek.
Monsanto’nun mevcut durumda eriştiği gücün etkilerinden bazıları şöyleydi: Üst düzey yöneticilerini emekli olmalarını hemen ardından ABD Gıda ve İlaç Departmanı (Türkiye’deki Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın muadili) danışmanı ve müsteşarı yapabilmek, tüm ABD elçiliklerine “o ülkelerin de GDO’ya geçmesi için baskı yapın” talimatı verebilmek, GDO tohumları için yaptığı tüm AR-GE harcamaları için hükümetten teşvik ve destek almak, federal düzeydeki kanun yapıcılara alınması gereken kararları dikte ettirmek, tohumlarını mahkeme kararlarıyla patent altına aldırmak, tüketiciyi “GDO’lu ürün” etiketinden mahrum bırakmak…(1)
Tüm bunlar sadece sonun başlangıcı…
Ha, bütün bunların Yalova ile ne ilgisi, ne alakası var diyeceksiniz…
Yalova’yı ‘inkarcılar’ sarmış durumda zaten. Şehirdeki kimyasal tesislere ve termik santrale 14 km uzaktaki bir hava gözlem istasyonunun verilerini alıp, “Türkiye’de Şubat ayının havası en temiz 5.iliyiz” diye bülten yapabilmek, devletin bir nevi ‘inkarcılığı’ değil midir? Çocuk mu kandırıyorsunuz, halka mı hizmet ediyorsunuz?
Beldeye su getireceğiz diyerek şelalelerin patlatıldığı, köylerin neredeyse içine doğru taşocaklarının genişletilmek istendiği, yaylaların ‘kalkınmacı’ zihniyete kurban edildiği ve doğal yaşamın hiçe sayıldığı, yok edilecek daha %60 orman varlığımız var diye bakılan, kimya sanayisinin yeşil yıkamasına Paris’te Antalya’da karı kızla tatil yapmak adına methiyeler düzüldüğü, fay çatlaklarının arasına kurulmuş devasa kimyasal risklerin, ‘tek çatı altındaki en büyük tesis’ adı altında pazarlandığı, kanser oranlarıyla ilgili araştırmaların yapılmadığı, çevre birlikteliklerinin ABD modeli ‘komunist bunlar’ kara propagandalarıyla tu kaka edildiği şu şirin memleketimle tüm bunların ne alakası olabilir?
Ne alakası olabilir ruhunu şeytana satmış iblislerin kundaktaki masum bebeğin geleceğiyle?
Öylesine yazdım işte. Alakaya organik maydanoz.
(1) Yeşil Gazete, Durukan Duru, ABD’nin patronu artık Monsanto http://www.yesilgazete.org/blog/2013/04/10/abdnin-patronu-artik-monsanto/