Bizlere yıllardır sürdürmekte olduğu kunduracılık mesleği ile ilgili açıklamalarda bulunan ve işini yaparken karşılaştığı durumlar, yaşadığı anılar, geçmişte aklında olan ve gerçekleştirmek istediği projeler ile bize yorumda bulunan Kunduracı Ahmet Başça, detaylı açıklamalarda bulundu.
Öncelikli olarak bize kendinizi tanıtır mısınız?
Sene 1965… Yalova’ya geldiğimde ufak çocuktum ben. İlkokula devam etmedim. Güzel okuyordum, ama devam etmedim. Öğretmenim bir ders, şiirden bir tane derken şiveyi değiştirdim. Okumak kısmet olmadı. O gün bugündür aynı işi devam ettiriyorum. Rize’de doğdum. Hacımehmet’le Yalova arasında TOKİ’nin üst tarafında bir tane evdik biz. Başka kimseler yoktu. Babamın mesleği çiftçilikti, sera üzerine. Ben de mesleğe atıldım.
Bu mesleğe nasıl başladınız? Kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz?
50 seneden beri bu işi yapıyorum. Şöyle diyebilirim, 10-11 yaşlarında başladım ben. Filiz çizme dediğimiz, Amerikalıların olduğu zamanlar ayakkabı yapıyorduk biz o zamanlar. 7 sene devam ettim orada. Ondan sonra kısmen, 2-3 tane ustanın yanında da bu işe devam ettim. En son 6 sene, İstanbul’da fabrika hayatım oldu. Çerkezköy’deydik orada. Çok güzel bir konumumuz vardı orada. Hiçbir zaman mal, mülk, paranın peşinde koşmadım. Öyle denk geldi, kısmet oldu derken Yalova’ya döndüm. Hatta Yalova’yı bırakmayacaktım ben oralara düşmeyecektim. İlk eşim rahatsız olduğu için benim, onu da kaybettik Allah rahmet eylesin diyelim. Öyle bir bulundum yani 6 senedir bu meslek içinde İstanbul’da bulundum yani. Yıllardır bu işi yapmakta mutluyum. Hoşuma gidiyor. Seviyorum. 3 tane çocuğum var, 3’ünü evlendirdim. 8 tane torunum var. Hepsi çok iyi yerlerde. Ortanca çocuğum oğlan olan, büyüğü kız zaten. O çok güzel bir yerde. Biri yine aynı şekilde müteahhitti işte uğraşıyor. Kızım zaten ev hanımı. Ortanca oğlumu da yetiştirdim. Baba işi bıraksan da makineleri satma, diyor. Şimdi 35-40 kişi var yanında. Bayan cüzdanı yapıyor İstanbul’da onun da bir atölyesi var. Fabrika mı diyeceğiz o tür bir şey. En ufağı da İstanbul Beyoğlu’nda din hocası. Yaptığım mesleğe başladığım gibi seviyorum, hoşuma gidiyor.
Eskimiş şeylere yeniden canlandırmak ve hayat vermek nasıl hissettiriyor?
Eskiyle yeninin arasında normalde %75 civarında kayıp var ayakkabı durumunda. O zamanın şartlarına göre, bazı eksileri, tamamları, noksanları da olabiliyor ama şimdi fabrikasyon olduğu için ayakkabılarda eski durumlar pek yok. Önceden her şey elimizden geçiyordu. Esnaf kendisini takip ediyordu. Çünkü deri bir kumaş değildir, her yerini kesemezsin. Ayakkabı dediğimiz zaman, genelde insan vücudundaki en çok kemik oranı ayakta vardır. Ortopedikliği olsun, topuk yüksekliği olsun, estetikliği olsun. Ayak etti gibi ayakkabının da yumuşak olması lazım ki ayak rahat etsin. Çünkü biliyoruz ki parmakları beyin çalıştırıyor. Çok dikkat etmek lazım.
Seni en çok duygulandıran ayakkabı tamiri ya da ayakkabı yapımı hangisiydi?
Şimdi kısaca şunu söylemek istiyorum. Yani normalde ayakkabıyı kazandırmak, atmamak değil. Tabii ki bu durumda kişilerimiz, insanlar mutlu oluyorlar. Bu da bize yetiyor.
İlk yaptığınız tamirle şimdi yaptığınız tamirin duygusal yoğunluğu ne sizce?
Ben çıraklık dönemimdeustalığa geçecektim. Amcam bir çift ayakkabı yaptırdı bize. Ben kalıp olmadan göz aşinalığı ile astarını kestim. Bu esnada usta dedi ki, “Sen ne yaptın burada?, dedi. Ne yapabilirim ki dedim. Astar kestim ayakkabıya. Ya kalıpsız kesiyorsun, güvenebiliyor musun, dedi. Ben her şeyin farkındayım, dedim. Güzel olmuş, sen kalfa olmuşsun çırak değil yani. Biz kalıpla kesiyoruz, sen göz aşinalığıyla. Duygulandıran, çocukluğumdaki durum bu. Büyüyünce duygulandığım konular kendimde hoş ve güzel geçti yani. Her günün farklı farklı anıları oldu. Yalova’da birkaç yer değiştirdim. Burada çok yeniyim ben, 3 seneden beri çalışıyorum. Bir ortağım vardı, aşağı – yukarı 18 sene beraber kaldık. Tabii ki oralar kafe olunca, rahat edemedik. Hadi dedik, biz aşığız seviyoruz mesleğimizi. Devam ettirelim. 3 senedir eşimizi, dostumuzu, yeterinden fazlasını gördük. Arıyorlar, soruyorlar, bu şekilde devam ediyor.
Peki, bu meslek kazandırıyor mu?
Ben Karadenizliyim. Bu meslek, aynı bahçedeki lahanaya benziyor. Kestikçe arkadan geliyor. Yani şöyle akmıyor, sarkmıyor, dökülmüyor, taşmıyor. Seviyorum, gayet güzel. Mutluyum yani.
Ne zaman emekli olmayı istiyorsun?
Ben zaten emekliyim. Yetiştirdiğim bir tane oğlum var. Diğerlerini yetiştiremedim, olmadı.
Usta-çırak ilişkisi devam ediyor mu?
Kesildi, bitti. Koptu, sanmıyorum bundan sonra bir çırak yetiştireceğimi, bu işi öğreteceğimi. Hayal mi hayal oldu. Görülecek hiçbir tarafı yok. Çünkü şöyle, elimizden gelebildiği kadarını yapmaya çalışıyoruz. Şimdiki çocuklar, nasıl söyleyeyim tutulacak tarafı yok. Sorunlar çok. Biz zamanında çıraklık yaptığımız zaman ustamızın gözüne, eline baka baka affedersiniz şaşı olurduk. Şimdikiler öyle değil. Kafalarının %25’i kendilerinde, aman ne zaman kapatacağız, gideceğiz. Hayalleri başka, bu şekilde öğretilmez, yapılmaz. Ha şu olabilir. Okulunu okur, gelir burada masterını yapar. O farklı bir şey, öğretebiliriz bir şeyler. Ama bir şey yok, altyapı yok. Yani, bir sevme özelliği olması lazım bir de. Her şeyden başka sevme özelliği olması lazım. Biz bunları göremiyoruz. Meslek olarak da bitmeyecek olan bir meslek, ucu kapalı değil açık olan bir meslek. Arıyoruz biz bunu ama gelgelelim çaba lazım, uğraşı lazım. Yetiştirebilirsek, ne mutlu bize. Bu konuda rahat değiliz yani. Keşke yetiştirebilseydik. Oğluma öğrettim, kendi oğluma öğrettim ben. “Baba makineleri sakın satma, ben bunu yapmayı düşünüyorum.” diyor. Orada bir mutluluk duyuyorum.
Mutfakla lavaboyu birbirine karıştırmayacaksınız. Kışın kışlık ayakkabını giyeceksin çamurda, yazın yazlık ayakkabını giyeceksin. Zaten nedir normalde; İlkbahar-Sonbahar, Yaz-Kış toplam 4 çeşit ayakkabı olması lazım. İlkbahar-Sonbahar’da da normalde süet ayakkabı. Kışlık ayakkabı dediğimiz, fazla ağır olmayacak. Yaşına ve dengene göre, öyle bir ayakkabı olabilir.
İnsanlarda şunu yapıyor musunuz, bu insan şu ayakkabıyı türünü daha çok beğeniyor?
Kimileri ayakkabıyı normalde hiç farkında değil. Yani, normalde çorap gibi giyiyor. Kimisi giydiği zaman bir bütün oluyor. Bunu fark ediyoruz. Şimdi ayakkabıyı tamir yapıyoruz. Yaparken öyle bir durum var ki, çok tedirgin oluyor müşteri. Bunları göz ardından çıkardıktan sonra orijinalliğin üstünde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ayakkabıya. Misal, ayakkabıyı boyamadan evvel güzel bir temizlik veya iyi yıkanacak ve temizlenecek. Ondan sonra ele alıyoruz. Deri ne istiyor, ayakkabı nelere eğilimli oluyor. Bu bizim için çok önemli. Öyle bir durumda ki, her ayakkabının farklı farklı halleri var. Şöyle söyleyebiliriz, parmak izi gibi. Hiçbiri birbirine benzemiyor. Ama gelgelelim, hakikaten parmak izi. İşte bunları görebilmek, incelikleri görebilmek. Hissetmek, şöyle söyleyelim altyapının çok iyi olması lazım. Yıllarımızı verdik, yıllardan beri bundan ekmek yiyoruz. İnanır mısın, bir günü bu kadar sene geçti yaş oldu 65. Demedim ki, şurada da şöyle bir çarpı istemiyorum. Ya böyle bir şey yok. Bundan güzel bir şey de yok.
İnsanlar eskisi gibi ayakkabı yaptırıyor mu?
Çok nadir. Bilenler yaptırıyor. Müşteri kösele diyor. Köseleyi şimdikilerden kaç kişiye soracaksın? 35-40 yaşındaki kişilere sor kösele dediğin zaman, şöyle oklava yutmuş gibi oluyor. Acaba nedir, bilmiyor çünkü.
İnsanlara, yeni gelen nesle mesleğinle bağlantılı olarak, ayakkabılarla ilgili felsefik bir düşüncen var mı?
Ya aslında bu meslek benim aklımdan bile geçmiyordu. Gerçek anlamda şöyle bir şey gelişti, o zaman çocuktuk biz. Dediğim gibi 7-8 yaşlarındaydık, bilemedin 9-10 yaşlarındaydık. Ben tornacılığı çok sevdim. Metal üstüne… O zamanlar eniştem olacak olan kişi, daha olmamıştı. Babamla samimi olduğu zaman biz bunu kunduracıya yapalım diye. Benim mesleği o şekilde gelişti.
Peki, felsefen ne bu düşünceyle ilgili Ahmet Amca?
Ya biraz korktum. Şöyle korktum. Çok güzel bir yere gelmiştim 1980-1990’lı yıllarda. Hanım rahatsız olmadan evvel, dünyada olmayan bir model vardı mesela bende mesela o zamanlar. Herkes biliyor zaten, sonradan çıktı karşıma çıkınca şaşırdım zaten. Çocukların yere basınca, kaldırdığında sönen ayakkabısındaki ışıklar. Dünyada yoktu. Onun patentiyle ve o aşamada ben bunu geliştireyim ve ilk bunu çıkartayım diye uğraşıyordum ben o zamanlar. Hiç daha yoktu, dünyada yoktu bu. Hanım vefat etmeden önce bu konumdayken, onunla harcadık bitirdik paraları. Nasip olmadı bize, ama en güzel şey benim projemin benim karşıma çıkması. Düşünüyordum, çok güzel bir şeyler düşünüyordum. Olmayınca olmuyor, neresinden tutarsan tut.
Konuşmacı/Ahmet BEY
Kameraman/Duygu SARAL