Alıntı yapmayayım, sonlandırayım demiştim, ama yapamadım, zira serüven halindeki bu esaret hayatı o kadar ilgimi çekmişti ki...Bir ara şöyle düşünmeden edemedim inanın: ''Tam bir dizi film senaryosu çıkar buradan!'' İşte devam ediyorum, sanırım sıkıcı gelmeyecektir...Söz Temeşvar'lı Osman'da yine...
Öncelikle kılıç kesemin içindeki hediyelik üç dört sırmalı mendili, dört beş kuruşluk gümüş akçeyi ve Avusturyalıların verdiği resmi kağıtları aldılar. Kağıtlarımı parçalayıp nehire attılar. Üzerimdeki yetmiş üç altını, çakşır uçkurluğuma dikmiştim. Bunlar kendimin ve kefilimin kurtuluş parasıydı. Bulmaları uzun sürmedi; hepsini aldılar. Bir don bir gömlek kalacak şekilde bütün elbiselerime el koydular. Arama ve soygun işi bittikten sonra beni yine ellerim bağlı olarak bir kenara bıraktılar; kendi aralarında konuşmaya başladılar. Konu anladığım kadarıyla benim ne olacağım üzerineydi. Öldürmeye niyetlenmişlerdi, ama bir problemleri vardı: ''Bunu gemide öldürürsek gemiye kan bulaşır'' diye bazıları itiraz ediyordu.
İtiraz edenler etkili olmuştu; gemiyi Tuna Nehri'nin Budin yakasında, ıssız bir yere yanaştırdılar. Beni karaya çıkardılar. Kenarda diz üstü çökerttiler. İri yarı birisi yalın kılıç yanıma geldi. Celladım olacak adam buydu anlaşılan. Artık hayattan tamamıyla ümidimi kesmiştim. İçimden dua etmeye başladım: ''Ey yerlerin göklerin yaratıcısı olan şanı yüce Allah, hikmetinden sual olunmaz. Ben henüz genç ömrüme doymayan bir kulunum, hiç kimsenin bilemeyeceği bir yerde ölmek neden başıma geliyor? Bari kendi lütfu kereminle günahlarımı affedip iman ile ömrümü sona erdir.''
Öleceğimden emindim; artık kelimei şahadet getiriyor, metanetle bekliyordum. Bir taraftan da Macar kafirinin elindeki düz uzun kılıca bakıyor, ''acaba kılıç keskin mi, boynumu birden keser mi'' diye düşünmeden de edemiyordum. Korkuyordum: ''Keskin değilse çok acı verir miydi acaba?''
Gemide kalanların hepsi güverteye dizilmişler, bize bakıyorlardı. Eğlenceli bir oyun seyrediyormuşçasına neşe içindeydiler. Elinde kılıçla başımda bekleyen adamı teşvik için hep bir ağızdan bağırıyorlardı:
''Öldür!...Öldür!...''
Ben diz çökmüş bir halde ölümümü beklerken celladım da başımda yalın kılıç, gemiden kendisine çığlıklarla alkış tutan seyircilerine gösteri yapıyordu. Zaman zaman çevremde dönüyor, elindeki kılıcı havada daireler çizdirerecek şekilde sallıyordu. Havada dönen kılıçtan yayılan yankılar teknedekileri adeta çoşturuyor, tezahüratlarının daha da artmasına neden oluyordu.
Acak, bu şamataya katılmayan birisi vardı:Bana tercümanlık eden Macar... Yanımda ayakta suskun suskun duruyordu. Düşünceli bir hali vardı, sanki hasta gibiydi. Bu durum eli kılıçlı adamın dikkatini çekti.
''Niçin böyle susuyor, somurtuyorsun'' diye sordu. ''Yoksa bir çekincen mi var?''
''Evet, endişe ediyorum'' diye cevap verdi diğer adam. ''Diyelim ki şimdi bunu burada kestik gitti; fakat bunun birkaç arkadaşı daha vardı unuttun mu? Şimdi onların gidip Avusturya askerine durumu bildireceklerinden hiç şüphen olmasın. Bizim de varacağımız yer Avusturya ordusudur. Bunların esir oldukları ortaya çıkarsa sonra nasıl cevap veririz?''
Bu sözler kılıçlı adamın kafasını karıştırmıştı.
''Ya ne yapalım?'' diye sordu.
''Bundan başka, geride kalan arkadaşlarını da ele geçirmek mümkün olursa hepsini bir yerde öldürüp mallarını alalım. Böylesine ıssız bir yerde bunların başlarına ne geldiğini kim nereden bilecek!''
Haydutlar ormanı aramaya gittiler. Ben yanımdan ayrılmayan adamdan kaçabilmek için uygun zamanı ve fırsatı kollamaya başlamıştım. Macar'ın bir anlık dalgınlığı bana aradığım fursatı verdi; aniden silkindim, adamın elinden kurtuldum, fırlayıp koşmaya başladım. Bütün gücümle koşuyordum. Geriye dönüp bakmıyordum, ama Macar'ın arkamdan koştuğunu hissediyordum.
Duraksamadan kaçmaya devam ettim.Yarım saat kadar peşimden geldiler. ''Kaçma'' diye bağırıyorlardı. Ellerim bağlı olduğundan canım burnuma gelmişti ki ansızın önüme bir dere çıktı. Derenin sağ yanı sazlıktı. Hiç terddüt etmeden sazlıkların arasından suya daldım. Ama derinmiş, birden kendimi boyumu aşan suyun içinde buldum. Ellerim bağlı olduğu için yüzemiyordum. ''Ömrüm buraya kadarmış'' diye düşündüm. Boğuluyordum artık.
Derede bir batıyor bir çıkıyordum. Sazların arasında dalıp çıktığımı, sularla boğuştuğumu arkamdan gelen Macarlar da görmüşlerdi. Suyun derin olması yüzünden takipten vazgeçen adamlar kıyıda bana bakıyorlardı. Ben dalıp çıktıkça onları görebiliyordum. Artık sonumun geldiği duygusuna kapılmıştım ki birden parmaklarımın ucu yere değdi. Son bir gayretle kendimi ileriye doğru ittirdim. Ayağım bu kez çamurlu zemini hissetti; yere basıyordum, kurtulmuştum. Bir kez daha Allh'ın yardımını ta yüreğimde duydum. Burnumun ucunu sudan çıkardım, derin bir nefes aldım. Haydutlar sık sazlar nedeniyle beni göremiyorlardı. Boğulduğumu sanmış olmalıydılar ki biraz sonra çekip gittiler.
Haydutlar görünmez olmuşlardı, ama ben korku ve yorgunluktan yerimden kımıldayamıyordum. Bir müddet daha bulunduğum yerde öylece bekledim. Adamların gittiklerinden iyice emin olduktan sonra yavaş yavaş ve zemini yoklaya yoklaya kıyıya yanaştım. Şimdi yapmam gereken iş ellerimin bağından kurtulmaktı. Yokladım; gevşemişlerdi; suda ıslanmak iplerin bağını gevşetmişti demek ki...Kısa bir çabadan sonra onlardan da kurtuldum. Artık koşup kaçmak benim için çok kolaydı. Sudan çıktım. Sudan çıkar çıkmaz arkama bakmadan ve duraksamadan bir saat boyunca koştum...