Genel Başkan Halil Konuşkan’ın Genel Başkanlığı’nda kısa bir süre önce kurularak süratli bir şekilde Türkiye geneline yayılan, büyük bir ilim, kültür ve sosyal etkinlikler düzenleyen sivil toplum örgütü Yeniden Aydınlanma Derneği, her ay bir önemli şahsiyeti Genel Merkez’in bulunduğu Yalova’da ağırlayarak katılımcılara ilim ziyafeti çekiyor. Derneğin bu ayki konuğu emekli Doç. Dr. Hasan Kolcu olurken, konferans konusu Divan Edebiyatı’nın Türklük ve Türkler ile olan ilişkileri olarak göze çarptı. Kolcu açıklamasında, “Türkler Orta Asya’da iken fert ve toplum olarak Türk’türler. Bu Orhun kitabelerinde açık seçik kendini göstermektedir. Bu hususu Bilge Kaan “tengri tek tengridebolmış Türk Bilge Kaan” sözüyle en etkili bir şekilde ifade etmektedir. Türk Kültürü de bu aşamada birleştirici unsur olmuştur. Fertler Türklük aidiyetine bağlıdır. Türkler Orta Asya’dan ayrılıp çeşitli ülkeler fethettikten sonra Anadolu’ya gelmişler. Selçuklu beylikleri ve devamındaki Osmanlı’nın kuruluş aşaması ile Fatih Sultan Mehmet Han’a kadar kurucu unsurun Türk olduğu kabul edilmiş. Ancak Acemler ve Araplar ile olan ilişkiler neticesinde Türkçe ve Türk Kültürü ile birlikte Türklük aidiyeti de unutulmuş. Araplar Kavm-i Necip olarak kabul edilmiş, Farslar da üstün dil, kültür ve edebiyat mensubu olarak kabul edilmiş. Araplar ile Acemler kendi kavimlerine ve kültürlerine aidiyetlerini hiç kaybetmedikleri halde, Türk kültürü ile dilini, milliyetini itibarsızlaştırma yoluna gitmişler. Bu itibarsızlaştırma o kadar büyük boyutlara ulaşmış ki, Hazret-i Muhammed ve Hazret-i Ali’nin ağzından Türkler ve Türklük kötülenmiştir. Peygamber efendimizin ağzından “Türk’ü öldürün, kanı helal” gibi uydurma hadisler söylemişler. Osmanlı’da, özellikle XVI. Asırdan itibaren Türkler tamamen dışlanmış. Onlara göre Türk “idraksiz, adam değil, onun başını kes, kanını dök, öldür” tarzında sıfatlar ve ifadeler kullanılmış. Osmanlı sarayına giren devşirmelerin de devlet yönetiminde görev alması neticesinde sistemli bir Türk düşmanlığı ve itibarsızlaştırılması olmuş. Tabii Türk kelimesinden kastettikleri “yabani, dağlı kabul edilen çapulcular, Cengiz’in askerlerinin artığı kabul edilen kaba ve cahil halk, göçebe”likle özdeşleştirilmiş. Ancak asıl niyetin Türklüğe olan düşmanlık olduğu her zaman açık ve seçik bir şekilde görülmüş. Bu sosyal aşağılama, edebiyata da sirayet etmiş. Osmanlı İmparatorluğu dahilinde Arapça, Farsça ve Türkçe’den müteşekkil, Osmanlıca adı altında sun’i bir dil oluşturulmuş ve bu dile bağlantılı olarak Sadece Osmanlı Türklüğü’ne mahsus bir Divan Edebiyatı oluşturulmuştur. Saraya yakın olan bu zümre Halk şiirlerini ve Halk Edebiyatını küçümsediği gibi, onları sanatçı saymamış, şiirlerini de şiir saymamışlar. Hece veznini de “Parmak Hesabı” diyerek küçümsemişler. Araplar ile Farslar kendi kavmiyetlerini sürekli yüceltirken, kendileri de Türk olan şairler Türklük hakkında olmadık hakaretlerde bulunmuşlar. Nef’i, Sümbülzade Vehbi Dede, Şeyhoğlu gibi şairler bu akımda ön plana çıkmışlar. Tabii bu itibarsızlaştırmadan Türkçe de nasibini almış. Osmanlı Devleti Atalarımızın kurduğu bir Türk Devletidir. Dili de Türkçedir. Divan Edebiyatı da Türk Edebiyatının saygın bir koludur. Şairleri mükemmeliyetçi, şiirler Klasik Edebiyatımızın bir koludur. Ancak şairlerin bir kısmı Türklüğe ve Türk’e küfür etmişlerdir. Hem devlet erkanının ve hem de bu şekildeki sanat erbabının menfi tavırları yüzünden Türkler kurucu unsur olmalarına rağmen, yönetimin yabancıların eline geçmesi sebebiyle mağdur edilmiştir. Bu mağduriyet Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ile nispeten ortadan kaldırılmıştır” ifadelerine yer verdi.

YAD’ın konuğu Hasan Kolcu (2)

Editör: Rümeysa Şahin